TEVBE 34 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُواْ
إِنَّ
كَثِيراً
مِّنَ
الأَحْبَارِ
وَالرُّهْبَانِ
لَيَأْكُلُونَ
أَمْوَالَ
النَّاسِ بِالْبَاطِلِ
وَيَصُدُّونَ
عَن سَبِيلِ
اللّهِ وَالَّذِينَ
يَكْنِزُونَ
الذَّهَبَ
وَالْفِضَّةَ
وَلاَ
يُنفِقُونَهَا
فِي سَبِيلِ
اللّهِ
فَبَشِّرْهُم
بِعَذَابٍ
أَلِيمٍ |
34. Ey İman edenler!
Doğrusu hahamların ve rahiplerin birçoğu insanların mallarını batıl yollarla yerler
ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü yığıp biriktiren ve onları Allah
yolunda infak etmeyenlere gelince, onlara acıklı bir azabı müjdele!
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:
1- insanların Mallarını Haksız Yollarla
Yiyenler ve Allah'ın Yolundan Alıkoyanlar:
2- Yığıp Biriktirmenin (Kenz) Mahiyeti:
3- Altın ve Gümüşü Yığanlarla
Kastedilenler:
4- Altın ve Gümüşün Zekatı:
5- Zekatı Verilen Mala Kenz Denilebilir
mi:
6- Süs Eşyasının Zekat!:
7- Maldan da Hayırlı Olanlar:
8- Allah Yolunda infak Edilmeyen:
9- Mal Biriktirmeden Masiyet Uğrunda
Malını Harcayan Kimsenin Hükmü:
10- Malını Allah Yolunda İnfak
Etmeyenlerin Cezası:
11- Asıl Tehdit, Allah Yolunda Malın
infak Edilmemesine Yöneliktir:
1- insanların
Mallarını Haksız Yollarla Yiyenler ve Allah'ın Yolundan Alıkoyanlar:
"doğrusu.....insanIarın
mallarını batıl yollarla yerler" buyruğunda yer alan; "Doğrusu
yerler" buyruğunun başında, "lam"; (...) veznindeki fiilin
başına (te'kid için) gelmiştir. Bu "lam" (...) mazi fiillerin başına
girmez. Çünkü, (...) şeklindeki muzari fiilin başına gelince, fiilin anlamını
hale tahsis eder.
(Hahamlar diye meali
verilen) Ahbar, yahudi alimlerinin adıdır. Rahipler ise hristiyanlar arasında
kendilerini ibadete çokça veren, ibadette gayretkeş kimseler demektir.
"Batıl
yollarla" da şöyle açıklanmıştır: Bunlar kendilerine tabi olanların
mallarından kilise, havra ve buna benzer şeyler adına birtakım vergiler ve
miktarı belli ödemeler tahsil ederlerdi. Onlar, bu gibi şeylere harcamalarda
bulunmanın şeriatın bir parçası ve Yüce Allah'a yakınlaştırıcı bir iş olduğu
vehmini veriyorlardı. Oysa, bu arada onlar bu malları kendilerine
alıkoyarlardı. Selman-ı Farisı'nin hazinesini (ölümünden sonra) çıkartmış
olduğu rahibe dair anlattıkları buna örnektir. Hz. Selman'ın bu anlattıklarını
İbn İshak, "8iyer'ınde nakletmektedir.
Bir diğer görüşe göre
rahipler ve hahamlar kendilerine uyanların gelirlerinden ve mallarından, dini
korumak ve şeriatın gereklerini yerine getirmek adı altında birtakım vergiler
tahsil ederlerdi. Bir başka görüşe göre -bugün pekçok yönetici ve hakimin de
yaptığı gibi- insanlar arasında hüküm verirken rüşvet aldıkları
kastedilmektedir. Esasen "batıl yollarla" ifadesi bütün bu hususları
ihtiva etmektedir.
"ve Allah yolundan
alıkoyarlar." Yani, kendi dinlerine mensup olan kimselerin İslam dinine
girmelerine, Muhammed (s.a.v.)'a tabi olmalarına engel olurlar.
2- Yığıp Biriktirmenin
(Kenz) Mahiyeti:
"Altın ve güm.üş'li
yığıp biriktiren ... lere gelince" buyruğunda geçen (ve yığıp biriktirmek
anlamına gelen) kenz: Sözlükte altın ve gümüşe has olmamak üzere yığıp
biriktirmek, toplamak anlamına gelir. Nitekim Hz. Peygamber de şöyle
buyurmaktadır: "Ben size, kişinin alıp saklayacağı (kenz yapacağı) en hayırlı
şeyi bildireyim mi? O, saliha kadındır." Burada; "kişinin kendisine
katacağı ve yanında alıkoyacağı" manasınadır. Şair de der ki: "Bütün
hazineden azık diye bir şey vermedi. Birkaç iplik ve eski püskü kumaş
dışında."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Ben onların aç olanlarına yanımda buğday yığını bulunuyorken
(kenz edilmişken) Onlara ak günlük bitkisinin ununu dahi yedirecek olursam bir
hayır görmeyeyim."
Şair burada şunu görmek
istiyor: Kendisi misafir olarak konakladığı bir kavim ona bu ak günlük denen
bitki ununu ikram etmişlerdi. Aynı kimseler ona misafir olunca, yukarda geçen
beyitini söyledi.
(Ayet-i kerimede) özel
olarak altın ve gümüşün anılmasına sebep, diğer mallardan farklı olarak
görünmeyen ve muttali olunmayan mallar olduğundan dolayıdır.
Taberi der ki: Kenz, üst
üste yığılıp toplanmış herşey demektir. İster yerin altında olsun, ister
üstünde olsun farketmez. Altına, (gitmek) kökünden türeyen: Zeheb denilmesinin
sebebi, geçip gitmesinden dolayıdır. Gümüş'e (ayrılıp dağılan anlamındaki fiil
kökünden gelen) Fıdda denilmesinin sebebi ise, birbirinden ayrılıp
dağılmasıdır. Nitekim Yüce Allah'ın şu buyruklarında da aynı kökten gelen
fiiller kullanılmıştır: "Ona doğru dağıldılar" (el-Cuma, 11);
"Elbette onlar da etrafından dağılırlardı. "(Al-i İmran, 159) Bu
anlamdaki açıklamalar daha önce Al-i İmran Süresi'nde (az önce değinilen ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır:
3- Altın ve Gümüşü
Yığanlarla Kastedilenler:
Ashabı-ı Kiram, bu
ayet-i kerime ile kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
Muaviye, bu ayet ile kastedilenlerin kitab ehli olduğu görüşündedir. el-Hasan
da bu kanaattedir. Çünkü Yüce Allah'ın: "Altın ve gümüşü yığıp
biriktirenler" buyruğu: "Doğrusu hahamların ve rahiplerin bir çoğu insanların
mallarını batıl yollarla yerler" buyruğundan sonra zikredilmiştir.
Ebu Zer ve başkaları ise
şöyle demektedir: Bu ayet-i kerime ile maksat hem kitap ehlidir, hem de onlar
gibi olan onların dışındaki müslümanlardır.
Doğrusu olan da budur.
Çünkü özel olarak ki tab ehlini kastetseydi sadece; (...): Ve yığar ve
biriktirirler der, ayrıca bundan önce; (...): "lar, ler demezdi. Burada
Yüce Allah bu şekilde (...)'ı cümle başına getirdiğine göre cümlenin cümleye
atıf olduğunu beyan eden bir başka hususu açıklamaya başlamış olmaktadır. Buna
göre "altın ve gümüşü yığıp biriktirenler" anlamındaki ifade yeni bir
cümledir ve mübteda olarak merfu'dur.
es-Süddi der ki: Bununla
Yüce Allah ehl-i kıbleyi kastetmektedir. İşte bunlar bu husustaki üç görüştür.
Ashab-ı kiramın kabul
ettikleri görüşe göre, onlar kafirlerin şeriatın fer'i hükümlerine de muhatap
oldukları kanaatinde idiler. Buharı, Zeyd b. Vehb'den şöyle dediğini rivayet
etmektedir: (Medine yakınlarında bir yer olan) Rebeze'den geçtim. Ebu Zer ile
karşılaştım. Ona: Seni buraya gelip konaklamaya iten ne? diye sordum, şöyle
dedi: Ben Şam'da bulunuyordum. Ben ile Muaviye "Altın ve gümüşü yığıp
biriktiren ve onIarı Allah yolunda infak etmeyenlere gelince" buyruğu
hakkında görüş ayrılığına düştük. Muaviye: Bu kitab ehli hakkında inmiştir
dedi. Ben: Hem bizim hem onlar hakkında inmiştir dedim. Bu hususta benimle onun
arasında (bazı) tatsızlıklar ortaya çıktı. Osman'a mektup yazarak beni şikayet
etti. Osman da bana: Medine'ye gel diye mektup yazdı. Medine'ye geldim.
İnsanlar bundan önce adeta beni hiç görmemişler gibi etrafımda çokça toplandı.
Bundan Osman'a söz edince o, istersen bir kenara çekilebilir, Medine'ye yakın
bir yerde yerleşebilirsin, dedi. İşte beni buraya gelip konaklamaya iten sebep
budur. Ve eğer bana Habeşli birisi emir tayin edilecek olsa dahi elbette dinler
ve itaat ederim.
4- Altın ve Gümüşün
Zekatı:
İbn Huveyzimendad der
ki: Bu ayet-i kerime ayn (nakit olmayan külçe) altın ve gümüşün zekatını ihtiva
etmektedir. Bunlarda zekatın vacib olması için hür olmak, müslüman olmak, havl
(nisab üzerinden sene geçmiş olmak) ve borçlar çıktıktan sonra nisab miktarını
bulmak şeklinde dört şart aranır.
Nisab ya ikiyüz dirhem
yahut yirmi dinardır. Yahut da bunlardan birisinin nisabı diğerinden tamamlanabilir.
O takdirde de her birinden kırk ta bir (rubu'l-uşr) zekat verir. Hür olmayı da
şart koşmamızın sebebi, kölenin mülkiyetinin nakıs olmasından dolayıdır.
Müslüman olmanın şart
olduğunu söylememize gelince, zekatın bir temizlik olmasından dolayıdır. Kafir
ise (kafir olarak) temizlenmez.
Ayrıca Yüce Allah da:
"Namazı kılın zekat! verin" (el- Bakara, 43) diye buyurmaktadır.
Bununla da namaz kılma emrine muhatap olan kimseler zekat verme emrine muhatap
alınmıştır.
Sene geçmesi (havl)
şartına gelince, Peygamber (s.a.v.)'ın: "üzerinden bir sene geçmedikçe
hiçbir malda zekat yoktur" diye buyurmuş olmasından ötürüdür.
Nisabın şart olarak
tesbit edilmesinin sebebine gelince, Peygamber (s.a.v.)'ın: "İkiyüz
dirhemden daha azında zekat yoktur, yirmi dinardan daha azında zekat
yoktur" diye buyurmuş olmasıdır.
Senenin başında nisabın
tam olması yeterli olmayıp, sene sonunda da nisabın bulunması gözönünde
bulundurulur. Çünkü fukaha, karın da asıl mal hükmünde olduğunu ittifakla kabul
etmişlerdir. Ayrıca bir kimsenin ikiyüz dirhemi bulunup da onlarla ticaret
yapar, sene sonunda bin dirheme ulaşacak olursa o, bin dirhemin zekatını öder.
Ayrıca elde ettiği karın başladığı tarihten itibaren yeni bir yıl hesabına
girmez. Durum böyle olduğuna göre, karın hükmü de (ana sermayenin hükmünden)
farklı olmaz. Bu kar ister nisab miktarı olan bir sermayeden elde edilmiş
olsun, ister nisabdan daha aşağı bir miktardan elde edilmiş olsun fark etmez.
Yine fukaha, bir
kimsenin (kırk koyunu bulunup da) sene başında koyunlar yavrulamaya başladıktan
sonra birisi müstesna anneler öldüğü halde, eğer kuzular nisabı
tamamlayabiliyor iseler bunların zekatının verileceğini ittifakla kabul
etmişlerdir.
5- Zekatı Verilen Mala
Kenz Denilebilir mi:
İlim adamları, zekatı
eda edilen mala kenz denilip denilmeyeceği hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Bir grup denilir demişlerdir. Bu görüşü, Ebu'd-Duha, Ca'de b.
Hubeyre'den, o, Ali (r.a)'dan rivayet etmiştir. Hz. Ali şöyle der: Dört bin ve
daha aşağısı (ihtiyaç olan) nafakadır. Bundan yukarısı ise zekatı ödenmiş olsa
dahi bir kenzdir. Ancak, Hz. Ali'den bu rivayet sahih değildir.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: İster kendisinden ister bir başka maldan zekatını ödemiş olduğun
herbir şey kenz değildir. İbn Ömer der ki: Zekatı verilen şey, yedi kat yerin
dibinde olsa dahi kenz sayılmaz. Zekatı ödenmeyen bir şey ise, yerin üstünde
dahi olsa kenzdir. Benzer bir ifade Cabir'den de rivayet edilmiştir, sahih olan
görüş budur.
Buharı de Ebu Hureyre'den
şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Allah bir
kimseye bir mal verip de onun zekatını ödemeyecek olursa, kıyamet günü o mal
kendisine gözleri üzerinde iki siyah ben bulunan çıplak başlı bir ejderha
suretinde gösterilir ve bu ejderha onun boynuna dolanır. Sonra onu iki
çenesiyle yakalar, sonra da: Ben senin malınım, ben senin hazinenim, der. Daha
sonra da (Hz. Peygamber): "Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği şeylerde
cimrilik gösterenler ... sanmasınlar" (Al-i İmran, 180) ayetini okudu.
Yine Buhari'de Ebu Zer'
den şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, onun Peygamber (s.a.v.)'ı kastediyor-
yanına vardım, şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim -ya da
kendisinden başka ilah olmayan hakkı için dedi, yahut da yemin ettiği şekilde
yemin ettikten sonra (şöyle buyurdu)-: Herhangi bir kimsenin (zekatı ve vermesi
gereken) develeri yahut ineği, ya da koyunu bulunur da bunların hakkını
ödemeyecek olursa, mutlaka bunlar kıyamet günü olabildiğince büyük ve
olabildiğince semiz olarak getirilir ve bu hayvanlar onu ayaklarıyla çiğner,
boynuzlarıyla toslar. Onların sonuncuları da geçip gittikten sonra tekrar
birincileri ona geri getirilir. Ve bu, insanlar arasında hükmedilinceye kadar
böylece devam eder. ''
İşte bu iki hadisin de
hitab delili, söylediğimizin doğruluğuna delalet etmektedir. İbn Ömer de
Buhari'nin Sahih'inde bu manayı açıkça ifade etmiştir. Bir bedevi Arap ona:
Bana Yüce Allah'ın: "Altın ve gümüşü yığıp biriktirenlere ... "
buyruğu hakkında haber ver deyince, İbn Ömer şöyle der:
Her kim bunları yığıp
biriktirir ve zekatını ödemeyecek olursa vayonun haline! Bu husus, zekat emri
indirilmeden önce idi. Zekat emri indirildikten sonra Allah zekatı mallar için
bir temizleme aracı kıldı.
Kenzin, ihtiyaçtan arta
kalan olduğu da söylenmiştir, bu görüş de Ebu Zer' den rivayet edilmiştir. Onun
görüşü olarak nakledilen hususlardan birisi budur ve bu onun: işi oldukça sıkı
tutan görüşlerinden birisi olup tek başına benimsediği görüşler arasında yer
alır. Allah ondan razı olsun.
Derim ki: Bu hususta Ebu
Zer' den rivayet edilen görüşlerin toplamı bu ayet-i kerimenin ihtiyacın ileri
derecede olduğu, muhacirlerin zayıf, Rasülullah (s.a.v.)'ın da onlara yardım
elini uzatarak ihtiyaçlarını yeteri kadar karşılamak imkanını bulamadığı,
beytü'I-mal de ihtiyaçlarını karşılayacak kadar malın olmadığı, sıkıntılı
kıtlık yıllarının ardı arkasına üzerlerine hücum ettiği zamanlardaki durumu
dile getiriyor olabilir. İşte bu durumda ihtiyaçları dışındaki malları
alıkoymaları yasaklandı. Böyle bir zamanda ise altın ve gümüşün saklanması caiz
değildir. Yüce Allah, müslümanlara fetihleri müyesser kılıp, onlara maddi
imkanlar açısından genişlik verince, Hz. Peygamber ikiyüz dirhemde beş dirhem,
yirmi dinarda yarım dinarın zekat olarak verilmesini emretti, hepsinin
verilmesini emretmedi. Bu hususta da malın nema bulabileceği süreyi nazarı
itibara aldı. Böylelikle Hz. Peygamber bu hususta gerekli beyanı yapmış oldu.
Kenz'in, esirin
kurtarılması, açın yedirilmesi ve benzeri haklar gibi arizı hakları ödenmeyen
mal olduğu da söylenmiştir. Kenz, sözlükte altın ve gümüş türünden toplanan
şeylerdir. Onların dışında kalan mallar ise kıyasen onlara hamledilir diye de
açıklanmıştır. Bir diğer açıklamaya göre süs eşyası olmamak şartıyla toplanan
altın ve gümüşe denilir. Çünkü süs eşyasının edinilmesinde izin vardır ve bunda
hak (zekat) yoktur. Doğrusu ise bizim baş tarafta yaptığımız açıklamalardır ve
sözlükte de şer'an de bütün bunlara kenz adının verileceğidir. Doğrsunu en iyi
bilen Allah'tır.
6- Süs Eşyasının
Zekat!:
İlim adamları süs
eşyasının zekatı hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
Malik, arkadaşları,
Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve Ebu Ubeyd, süs eşyasında zekat olmadığı
görüşündedirler. Irakta bulunduğu sırada Şafii de bu görüşteydi. Fakat daha
sonra Mısır'a geldiğinde bu konuda hüküm vermekten kaçınarak: Bu hususta
Allah'tan istiharede bulunacağım, demişti.
es-Sevrı, Ebu Hanife,
arkadaşları ve el-Evzai derler ki: Bütün bunlarda zekat vardır. Birinci görüşün
sahipleri şu sözleriyle delil getirirler: Ticaret mallarında nema maksadı
zekatın farz olmasına sebeptir. Yoksa mal olarak bunlar zekatın farz
kılınmasına konu değildir. Altın ve gümüşün, süs eşyası ve ticaret maksadıyla
değil de kişinin kendisi için alıp saklaması altın ve gümüşteki nema kastını
ortadan kaldırır ve bu da zekatı düşürür.
Ebu Hanife ise, altın ve
gümüşte zekatın farz olduğunu belirten umumı lafızları delil göstererek, süs
eşyası olarak kullanılması ile başka türlü kullanılması arasında fark
gözetmemiştir.
el-Leys b. Sa'd ise bu
hususta ayrım gözeterek bu yolla zekattan kaçmak kastıyla süs eşyası olarak
yapılan altın ve gümüşün zekatının ödenmesini farz kabul etmiş, süs eşyası
olarak fiilen ve başkasına da ariyet olarak verilenlerin zekatının
verilmeyeceğini kabul etmiştir.
Maliki mezhebinde süs
eşyası ile ilgili etraflı açıklamalar vardır, bu husustaki açıklamalar furu'a
(fıkıha) dair kitaplarda yer almaktadır.
7- Maldan da Hayırlı
Olanlar:
Ebü Davüd, İbn Abbas'tan
şöyle dediğini rivayet eder: Şu: "Altın ve gümüşü yığıp biriktirenler ...
" ayeti nazil olunca, müslümanlara ağır geldi. Ömer, bu sıkıntınızı ben
gidereceğim, diyerek kalkıp gitti. Ey Allah'ın Peygamberi dedi, bu ayet-i
kerime (nin ihtiva ettiği hüküm) ashabına ağır geldi. Hz. Peygamber şöyle
buyurdu: Şüphesiz Allah, zekatı ancak mallarınızın geri kalan bölümleri
temizlensin, diye farz kılmıştır. Mirası da mallarınız sizden sonrakilere
kalsın diye farz kılmıştır. Bunun üzerine Ömer tekbir getirdi. Daha sonra
Rasülullah (s.a.v.) ona
şöyle buyurdu: "Sana kişinin alıkoyacağı en hayırlı şeyin ne olduğunu
haber vereyim mi? O, saliha bir kadındır. Ona baktığı vakit onu sürura
garkeder. Ona emrederse kendisine itaat eder. Yanında bulunmazsa onun namusunu
korur. ''
Tirmizi ve başkalarının
da Sevban'dan rivayetine göre Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabı (kendi aralarında)
şöyle dediler: Yüce Allah altını ve gümüşü yermiş bulunuyor. Hangi malın
hayırlı olduğunu bilsek de onu kazanıp edinsek. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi:
Sizin için Resulullah (s.a.v.)'e ben sorayım dedi ve sordu. Hz. Peygamber de
şöyle buyurdu: "Zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve kişiye dini
hususunda yardımcı olan bir zevce." Tirmizi dedi ki: Bu, hasen bir
hadistir.
8- Allah Yolunda infak
Edilmeyen:
"Ve onları Allah
yolunda infak etmeyenlere ... " buyruğunda (kullanılan zamir tekil olup) o
ikisini infak etmeyenler diye buyurulmaması ile ilgili olarak altı türlü cevap
verilmiştir:
1. İbnü'l-Enbari der ki:
Yüce Allah bu buyrukta tekil zamir kullanmakla, daha çok kullanılan ve daha
genel bir şekilde tedavülde bulunan gümüşü kastetmektedir. Yüce Allah'ın şu
buyruğunda da zamir böyledir: "Sabır ile ve namazlayardım isteyin. Muhakki
O. .. pek büyüktür. "(el-Bakara, 45) Burada zamir namaza aittir. Çünkü
namaz daha umumidir. Yüce Allah'ın: "Onlar bir ticaret veya bir eğlence
gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona doğruyöneldiler. "(el-Cuma, 14)
Burada da zamir, daha önemli olduğundan dolayı ticarete aittir ve eğlenceye
zamir gönderilmemiştir. Birçok müfessir bu görüştedir. Bazıları ise bu görüşü
kabul etmeyerek şöyle der: Bu ayet-i kerime buna benzememektedir. Çünkü burdaki
"veya" ticareti eğlenceden ayırmış bulunmaktadır. Dolayısıyla
sonradan gelen zamirin bunlardan birisine raci olması güzel düşmektedir.
2. Birinci görüşün tam
aksi kanaat. O da "ve onu infak etmeyenler" anlamındaki buyrukta yer
alan zamirin altına gitmesi, ikincisinin de ona atfedilmiş olması şeklindedir.
"Altın" anlamındaki kelimeyi Araplar müennes olarak kullanır ve;
"O kırmızı altındır," derler. Araplar müzekker olarak kullandığı
gibi, müennes olarak kullanmaları daha yaygındır.
3. Zamir, kenze aittir
görüşü,
4. Zamir, biriktirilip
yığılan mallara aittir görüşü,
5. Zamirin zekata ait
olduğunu kabul eden görüş. Buna göre ifadenin takdiri: anlamı: Ve yığıp biriktirdikleri
malların zekatını vermeyenler, şeklinde olur.
6. Mana anlaşıldığı
takdirde diğerine zamir gönderilmeksizin bunların yalnızca bir tanesine ait
olan zamirle yetinildiğine dair görüş. Arapların konuşmasında bu şekilde
kullanım pek çoktur. Sibeveyh, (buna örnek olmak üzere) şu beyiti
nakletmektedir: "Biz, yanımızda bulunandan sen de yanında bulunandan
razısın Görüş(lerimiz ise) farklı farklıdır."
Burada görüldüğü gibi
"razıyız" dememiştir. Bir başka şair de şöyle demektedir: "Benim
de babamın da uzak olduğum bir hususta bana iftirada bulundu. O bana
(anlaşmazlığımıza konu olan) kuyudan dolayı iftira etti."
Burada şair,
"ikimizin uzak olduğu" demiyerek tekil kullanmakla yetinmiştir.
Hassan b. Sabit (r.a)'ın şu beyiti de bu türdendir: "Şüphesiz ki delikanlılık
çağı ile siyah saçlıların Yerini bir başkası (ağırbaşlılık) tutmadıkça delilik
olur."
Görüldüğü gibi şair
burada fiili (...); İkisinin yerini ... tutmadıkça şeklinde tesniye olarak
kullanmamıştır.
9- Mal Biriktirmeden
Masiyet Uğrunda Malını Harcayan Kimsenin Hükmü:
Malını yığıp
biriktirmemekle birlikte Allah yolunda infak etmeyerek masiyetler uğrunda
harcayan kimsenin azap tehdidi bakımından hükmü, biriktirip Allah yolunda infak
etmeyenin hükmü gibi midir diye sorulacak olursa, sorana şöyle cevap verilir:
Böylesinin tehdidi daha ağırdır. Çünkü malını masiyet yolunda saçıp savuran bir
kimse bu yolda harcaması bir de o haramı işlemesi bakımından iki cihetten isyan
etmiş olur. İçki satın alıp içmek gibi. Eğer işlediği masiyet kendisini aşıp başkasına
da zarar veriyorsa, birçok yönden isyan olur. Bir müslümanın öldürülmesi, yahut
malının alınması ve bunun dışında herhangi bir yolla zulme uğramasına yardımcı
olmak gibi. Malını yığıp biriktiren ise iki bakımdan Allah'a isyan eder.
Bunların biri zekatı vermemek, diğeri ise malını alıkoymaktan ibarettir. Kimi
zaman sadece malın alıkonulması bile nazarı itibara alınabilir. Doğrusunu en
iyi bilen Allahtır.
10- Malını Allah
Yolunda İnfak Etmeyenlerin Cezası:
" ... Onlara acıklı
bir azabı müjdele" buyruğunun anlamı daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
Peygamber (s.a.v.) da bu azabı şu hadisiyle açıklamaktadır: "Mallarını
biriktirenlere böğürlerinden çıkaçak şekilde sırtlarının dağlanacağı,
alınlarından da çıkacak şekilde kafalarının arka taraflarının da dağlanacağı
müjdesini ver." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. Bunu, Ebu Zer şöylece
rivayet etmektedir: "Mal yığıp biriktirenlere, onlardan herhangi birisinin
memesi ucuna konulup ve sonunda omuzlarının başından çıkacak, yine onlardan
herhangi birisinin omuzları başına konulup da nihayet memelerinin ucundan
çıkacak ve bunun sonunda kişiyi alabildiğine sarsacak cehennem ateşinde
kızdırılmış taşların müjdesini ver... ''
İlim adamlarımız derler
ki; Kızdırılmış taşların meme ucundan girip omuz başlarından çıkması, onun
kalbini ve içini de azaplandırmak içindir. Çünkü o, dünyada iken çok maldan
dolayı sevinç ve neşe ile dolup taşmıştı. Ahirette de buna karşılık keder ve
azap ile cezalandırılacaktır.
11- Asıl Tehdit, Allah
Yolunda Malın infak Edilmemesine Yöneliktir:
İlim adamlarımız derler
ki: Ayetin zahiri malını yığıp biriktirmekle birlikte Allah yolunda infak
etmeyenin tehdidi ile ilgilidir. Ve bu infak etmemek farz olan infakı da onun
dışındaki infakları da kapsar. Şu kadar var ki, yığıp biriktirme niteliğinin
nazarı itibara alınmaması gerekir. Çünkü malını yığıp biriktirmemekle birlikte
Allah yolunda infakı engelleyenin de böyle olması kaçınılmazdır. Şu kadar var
ki, malını yerin altında saklayıp gizleyen kimse, örfen farz olan infakları
engelleyen kimse olduğundan dolayı, burada da tehdit özellikle böylesine
yöneltilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN